Süleyman Hacıbektaşoğlu'nun İklim Kanunu hakkında yazı dizisinin 2. bölümü...
Kapitalizmin temel mantığı sürekli büyüme ve azami kâr hedefidir. Karlılık varsa üretim yapılır; yoksa doğa da, emek de gözden çıkarılır.
Bu nedenle kapitalizm, var olduğu her anda yeni pazarlar yaratmak, daha çok üretmek ve daha çok tüketmek zorundadır. Bu zorunluluk yalnızca insanı değil, doğayı da üretim nesnesine dönüştürmüştür.
Aşırı Üretim: Doğanın Sınırlarını Aşmak
Sanayi Devrimi’nden bu yana kapitalist sistem, doğayı bir sınırsız kaynak deposu gibi kullanmaktadır.
1750’lerden itibaren atmosfere salınan sera gazı miktarı, tarihsel olarak neredeyse tamamıyla bu sistemin büyüme zorunluluğunun sonucudur.
2023 IPCC raporuna göre: Sanayi kaynaklı karbon dioksit emisyonları, insan kaynaklı küresel ısınmanın %60’ından fazlasını oluşturur.
Küresel sıcaklık artışının başlıca sorumlusu, fosil yakıt temelli sanayi üretimidir. Ama sadece bu değildir sorun. Isıyı tutan başka gazlarda vardır.
Karbondioksit dışında atmosferde ısıyı çok daha fazla tutan başka sera gazları da var:
Metan : Karbondioksitten yaklaşık 25 kat daha etkili, özellikle hayvancılıktan ve çöplerden salınır.
Azot oksit : Karbondioksitten yaklaşık 300 kat daha güçlü, özellikle gübreli tarımdan yayılır.
Florlu gazlar : Karbondioksitten binlerce kat daha güçlü, ama yapay ve az miktarda salınır.
Buna rağmen neden karbondioksit bu kadar öne çıkarılıyor?
Çünkü karbondioksit sanayi, ulaşım ve enerji gibi kapitalist ekonominin kalbindeki sektörlerden yayılıyor.
En yaygın, ölçülmesi kolay ve standartlaştırılması mümkün bir gaz. Bu sayede piyasalaştırılması, yani karbon vergisi, karbon ticareti, karbon kredisi gibi sistemlerle paraya çevrilmesi çok daha kolay.
Kısacası: karbondioksit kapitalizmin hem kirlettiği hem fiyat biçebildiği gaz. Diğer gazlar “kontrol edilmesi zor” ama karbondioksit “karbon pazarı” kurmak için en uygun olanı.
Sorun bu yüzden sadece iklim değil, kimin neyi ölçüp, nasıl sattığı meselesi.
Yeşil Boya ile Kapitalizmi Aklamak
Bugün “yeşil sanayi” adı altında tanıtılan dönüşümler, aslında yeni yatırım alanlarıdır. Güneş paneli, rüzgâr türbini, elektrikli araç… Bunlar çevreci değil, kar getirici oldukları için desteklenmektedir.
Bu dönüşümün ardındaki mantık şudur: Karbon vergileri, düşük emisyonlu teknolojileri teşvik eder.
Devletler bu dönüşümü finanse eder.Şirketler bu dönüşümden vergi indirimi, kredi ve teşvik alır.
Yani sanayi yeniden yapılandırılırken asıl mesele doğayı kurtarmak değil, sermayeyi krize girmeden dönüştürmektir.
Kapitalist Sanayide Emek-Doğa Çelişkisi :
Kapitalist üretim, emek gücünü sömürdüğü gibi doğayı da sömürür. Her makine yalnızca işçinin terini değil, doğanın varlığını da tüketir. 7/24 çalışan üretim bantları, doğayı da tıpkı işçi gibi tüketmeye programlanmıştır.
Marx der ki:
“Kapitalist üretim biçimi, yalnızca emekçinin değil, aynı zamanda doğanın da kemiklerini sızlatır.”
Bu durumda işçi sınıfının özgürleşmesi yalnızca sınıfsal değil, aynı zamanda ekolojik bir kurtuluş projesidir. Çünkü doğanın nefes alması, ancak emekçinin zincirlerini kırmasıyla mümkündür.
Bilim ve Üretim Arasındaki Uçurum:
Sanayinin bugün geldiği aşamada teknoloji gelişmiş, bilim ilerlemiş olabilir. Ama üretim hâlâ kâra göre yapılmaktadır. Bu da demek oluyor ki:
İhtiyacımızdan fazlası üretiliyor, Tüketim körükleniyor, Doğa hızla tükeniyor.
Alternatif mümkün: Planlı, ihtiyaca dönük, kolektif üretim. Ama bu kapitalizmin mantığına aykırı tabiki
Sonuç: Sanayi mi, Yaşam mı?
Kapitalist sanayi, iklimi değil, kârı önemser. Bugün doğayı en çok kirleten 100 şirketin çoğu sanayi devleridir: Aramco, ExxonMobil, Shell…
Sanayiye “yeşil” etiket yapıştırmak yetmez. Üretim tarzı değişmeden, sadece ürünlerin rengi değişir.
Gerçek çözüm, doğayla uyumlu, halka ait üretim biçimlerinde yatar.
Ya sanayi doğayı ezer, ya halk sanayiyi dönüştürür.