Son dönemde Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tanıması, Türk dünyasında derin bir kırılmaya yol açmıştır. Bu adım, yalnızca Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) meşruiyetini zedelemekle kalmamış; aynı zamanda yıllardır inşa edilmeye çalışılan Türk birliği fikrine gölge düşürmüştür. Türk halkının ve devletlerinin tarihi, kültürel ve stratejik bağlarını göz ardı eden bu gelişme, sadece diplomatik bir hata değil, aynı zamanda ideolojik bir sapmadır.
Kıbrıs meselesi, yalnızca Türkiye'nin dış politikası kapsamında ele alınacak bir konu değildir. Bu mesele, Türk milletinin ortak kaderini, geçmişten bugüne süregelen direniş kültürünü ve geleceğe dair birliğini doğrudan ilgilendiren stratejik bir mihenk taşıdır.
1974 Barış Harekâtı, sadece bir askeri müdahale değil, Kıbrıs Türklerinin iradesinin ifadesi; 1983’te ilan edilen KKTC ise bu iradenin siyasal ve hukuki temsili olmuştur.
Bu noktada bir gerçeği daha vurgulamak gerekir: Türk dünyasının birliği fikri, hiçbir zaman yalnızca devlet erkânının ya da siyaset kurumlarının yönlendirdiği bir süreç olmamıştır. Aksine, bu idealin taşıyıcılığını yüzyıllar boyunca Türkçü ve Turancı düşünce insanları, gönül erleri ve toplumsal öncüler üstlenmiştir. Onlar, sadece devletler arasında değil, toplumlar arasında da köprüler kurmuş; “Türk Birliği nasıl mümkün olur?” sorusuna ömürlerini adayan bir çizgide yürümüşlerdir.
Turan ideali siyasetçilere emanet edilemeyecek kadar kutsaldır.
Çünkü bu dava, kişisel menfaatlerin ve diplomatik manevraların ötesinde, milletlerin tarihsel hafızasında yaşayan bir ülküdür. Bu kutsal ülkünün temelleri, fikirde birlik, dilde ortaklık ve kültürde dayanışma üzerine kuruludur. Bu nedenle günübirlik kararlarla değil, tarihsel bilinç ve vizyonla yön verilmelidir.
Bugün sekiz üyeli Türk Devletleri Teşkilatı'nın varlığı, yalnızca devletlerin ortak iradesiyle değil, bu ülküye yıllarca emek vermiş Türkçü-Turancıların çabalarıyla da mümkün olmuştur. Düne kadar “hayal” olarak görülen bu birlik, artık somut adımlar atılan bir siyasi ve kültürel zemine kavuşmuş durumdadır. Bu da gösteriyor ki, bu dava ne kadar zedelense de her darbeyle biraz daha güçlenmektedir.
Kıbrıs’taki gelişmeler, Türk dünyasının dikkatle değerlendirmesi gereken bir sınavdır. Bu sınavdan geçmek için diplomasi kadar, ideolojik sağlamlık ve tarihsel bilince de ihtiyaç vardır. Türk halkları arasındaki bağların sarsılmaması, ortak ülkülerin yeniden güçlendirilmesi için bu olaylar uyarı kabul edilmeli; Turan ideali etrafında daha samimi ve sağlam bir dayanışma tesis edilmelidir.
Unutulmamalıdır ki, Türkçü ve Turancıların varlığı oldukça, Türk Dünyası ideali yaşamaya, büyümeye ve güçlenmeye devam edecektir.